ALİ ATIF BİR'in 28 Ağustos'ta Hürriyet gazetesinde yayınladığı Steve Jobs hakkındaki yazısını okudunuz mu? Steve Jobs kim diyenler olabilir, o yüzden hemen açıklayayım; Apple (Macintosh), iPod gibi, harika ürünlerin yaratıcısı. Şu an itibarı ile Apple ve Pixar stüdyoları CEO'su. Hemen Pixar'dan da biraz bahsedeyim. Dünyanın ilk animasyon filmlerinden biri ‘Toy Story'inin yaratıldığı, dünyadaki en başarılı animasyon stüdyolarından biri. Atıf Hoca'nın yazısındaki en büyük eksik, ya da yanlış şu ki, Macintosh'un yazımı yazı boyunca farklı şekillerde. Ve de yanlış. Steve Jobs'u anlatırken; en büyük başarısının ismi, ‘Macintoch ya da Macintosch' diye geçiyor. Aslında niyetim, Atıf Hoca'nın yazısını eleştirmek ya da yazı hakkında konuşmak değil. Bu yazıyı okuduğumda; Steve Jobs'un 12 Haziran 2005'te Stanford üniversitesi mezunları için yaptığı konuşma, e-posta olarak tarafıma ulaşmıştı ve yazıyı okur okumaz, bu konuşmayı anımsadım. Atıf Hoca'ya konuşmanın tamamını yolladım. Fakat, burada sadece son bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Üç hikayeden oluşan Steve Jobs'un konuşmasının son hikayesini, sizler de beğenirsiniz umarım.
“On yedi yaşındayken, şöyle bir şeyler okumuştum: “Her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan, günün birinde haklı çıkarsın.” Bu cümle beni çok etkilemişti ve o günden bu yana, yani 33 yıldır, her sabah aynaya bakıp, kendi kendime hep şunu sordum: “Eğer bugün hayatının son günü olsaydı, bugün yapacağın şeyleri yapmak ister miydim?” Uzun süre ard arda, “Hayır,” yanıtını verdiğimde, bir şeyleri değiştirmem gerektiğini anladım. İnsanın kısa süre içinde öleceğini bilmesi, yaşantısına damga vuracak kararlar vermesi açısından büyük önem taşır. Çünkü her şey, tüm beklentiler, gururlar, küçük düşme ya da başarısızlık korkuları, tüm bunlar ölüm karşısında değerlerini yitirir, yalnızca ölümdür önemli olan. Bence, insanın öleceğini bilmesi, kaybedecek bir şeyleri olduğu düşüncesini göz ardı etmesinin en iyi yoludur. Zaten savunmasızsınız. Yüreğinizin sesini dinlemememiz için hiçbir neden yok. Bir yıl kadar önce kanser teşhisiyle hastaneye yattım. Sabahın 07:30'unda sonografi çektirdim ve pankreasımda bir tümör olduğu ortaya çıktı. Pankreasın ne işe yaradığını bile bilmiyordum. Doktorlar bana bu kanser türünün tedavisinin pek mümkün olmadığını ve altı aylık ömrüm kalmış olabileceğini söylediler. Doktorum bana, eve gidip eşyalarımı toparlamamı önerdi. Doktorların, ‘ölüme hazırlan' anlamında kullandıkları şifreydi bu. Yani önümüzdeki 10 yıl boyunca çocuklarıma anlatmayı düşündüklerimi, birkaç ay içinde söylemeye çalışmalıydım. Yani ailem ileride güçlük çekmesin diye, işleri yoluna koymalıydım. Yani herkesle vedalaşmalıydım. Bütün gün bu düşünce aklımdan bir an olsun çıkmadı. Akşama doğru biyopsi yapmaya karar verdiler, endoskopi borusunu boğazımdan aşağı salıp, mideme ve bağırsaklarıma kadar uzattılar, pankreasıma bir iğne batırıp, tümörden hücre örnekleri aldılar. Ben anestezinin etkisindeydim, ama eşim yanımdaydı ve bana, hücreleri mikroskop altında inceleyen doktorların sevinçten ağlamaya başladıklarını söyledi. Meğer pankreasımdaki tümör çok ender rastlanılan bir kanser türüymüş ve ameliyatla tedavisi mümkünmüş. Ameliyat oldum ve şimdi iyiyim. Beni ölüme en çok yaklaştıran olay budur ve umarım uzun yıllar boyunca bir daha ölüme bu denli yaklaşmam. Başımdan böyle bir olay geçtiği için, artık ölümün, gerekli ve yalnızca zihinsel bir olgu olduğunu düşünmüyorum: Hiç kimse ölmek istemez. Cennete gitmek isteyenler bile, oraya gitmek uğruna ölümü göze almak istemezler. Oysa ölüm hepimizin eninde sonunda başına gelecektir. Şimdiye dek hiç kimse bundan kurtulmayı başaramadı. Öyle de olmak zorunda zaten, çünkü; ölüm hiç kuşkusuz, Hayat'taki en önemli buluş. Hayat'ın değişim ajanı. Yenilere yer açmak için, eskilerden kurtulmanın tek çaresi. Şu an için yeni sizsiniz, ama günün birinde, üstelik pek yakında siz de eskiyecek ve aradan çıkarılacaksınız. Bu kadar acımasız olduğum için üzgünüm, ama gerçek bu. Zamanınız sınırlı, bu yüzden onu bir başkasının hayatını yaşayarak harcamayın. Dogmanın esiri olmayın -yani başkalarının kararları doğrultusunda yaşamayın. Başkalarının düşüncelerinin iç sesinizi bastırmasına izin vermeyin. Ve her şeyden önemlisi, yüreğinizin ve sezgilerinizin sizi götürdüğü yere gidin. Sadece onlar sizin gerçekte ne yapmak istediğinizi bilirler. Geri kalan her şey önemsizdir. Gençliğimde, bizim neslin kutsal kitaplarından biri sayılan Bütün Dünya Ansiklopedisi adında inanılmaz bir kitap vardı. Menlo Park yakınlarında yaşayan Steward Brand adında biri tarafından kaleme alınmıştı, yazar kitaba şiirsel bir dokunuş kazandırmıştı. Size anlattığım bu olay, 1960'lardan kalma, masaüstü bilgisayarlardan ve bilgisayar destekli yayınlardan önce, yani bu ansiklopedi daktilolar, makaslar ve polaroid kameraların yardımıyla yapılmıştı. Google ortaya çıkmadan 35 yıl önce, kitap formatında bir Google gibiydi: idealistti, anlaşılır bilgiler ve harika görüşlerle doluydu. Stewart ve ekibi Bütün Dünya Ansiklopedisinin birkaç baskısını yayımladılar ve kitap miyadını doldurduğunda son bir baskı yaptılar. 1970'lerin ortalarıydı, o zamanlar sizin yaşlarınızdaydım. Son baskının arka kapağında, sabahın erken saatlerinde çekilmiş bir yol fotoğrafı vardı, hani her maceracının kendini otostop çekerken bulabileceği yollardan biri. Fotoğrafın altında şu sözler yer alıyordu: “Açlığınız dinmesin, akılsızlığınız bitmesin (Stay hungry, stay foolish)”.
Aramızdan ayrılırken bize verdikleri veda mesajları buydu. ‘Açlığınız dinmesin, akılsızlığınız bitmesin'. Kendim için hep bunu diledim. Ve şimdi, yeni mezun olan sizler için de aynı dilekte bulunuyorum: Açlığınız dinmesin, akılsızlığınız bitmesin!
İçinde yaşadığınız yalnızca TEK bir an vardır... O da ŞİMDİ. Bu yüzden onu 100% yaşayın!”
Yorum sizin…
Telepati Dergisi / Tel-e-vizyon Köşesi / Eylül 2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder