Bu kafayla AB'ye giremeyeceğimizi anlatan bir çok yazı okumuşsunuzdur. Hatta günlük hayatınızda da bu tümceyi kullanmış ya da hala kullanıyor olabilirsiniz. Aslında o anda nerede olduğunuz, nasıl bir olay ile karşılaştığınız da, fikrinizi oldukça etkiliyordur. Söz gelimi; Borusan Filarmoni Orkestrası'nı dinlediğiniz, nezih bir kokteylde iseniz farklı, toplu taşıma araçlarında, yahut kamu kuruluşlarından birindeyseniz, farklı düşünürsünüz. Yani, birinde AB'yi ne kadar hak ettiğimizi, birinde ise hiç hak etmediğimizi düşünebilirsiniz.
Bunları anlatmamdaki sebep, bu ikinci düşünce yapısı ile ilgili. Yani ‘Hiç haketmediğimiz' bakış açısı. Bu bakış açısıyla alakadar uyarılarda ve eleştirilerde bulunmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü diğer türlü ele aldığımızda, zaten doğru ve normal şartlarda olması gereken bir durumu irdeliyor oluyoruz.
Geçtiğimiz günlerde geçirdiğim bir trafik kazasının sonrasında, kaza ile ilgili hazırlanan rapor şu şekilde (Bir iki yazım hatasını düzeltip, imla kurallarını aynen olduğu gibi bırakıyorum): Sürücü Bahram Nazarat sevk ve idaresindeki 34 UM 4855 plakalı hususi oto ile Barbaros Bulvarını takiben Beşiktaş istikametine seyir halinde iken 2207 no'lu trafik ışıklarında kırmızı ışıkta geçerek aracının sol ön kısımları ile Barbaros Bulvarına seyir ederken 2207 no'lu trafik ışıklarından dönüp Beşiktaş istikametine seyir eden Ercan Arslan sevk ve idaresindeki 34 NHZ 27 plakalı hususi otonun sağ arka kısımlarına çarpması ve çarpmanın etkisi ile 34 UM 4855 plakalı oto sürücüsü Bahram Nazarat'ın başını ön cama çarpması neticesinde yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazası meydana gelmiştir. Kazanın oluşumunda 34 UM 4855 plakalı oto sürücüsü Bahram Nazarat'ın “1: Kırmızı Işıklı Trafik İşaretinde Geçme” asli kusurunu işlediği kaza yeri tetkiki ve sürücü beyanları neticesinde kanaate varılmıştır.
Kimseye birşey olmaması, en büyük teselli tabi de, böyle bir raporu okuyunca, böyle bir deneyimi ilk defa yaşadığım için, öncelikle şifreli yazıldığını düşündüm. Sonra tekrar tekrar okuyarak ve bizzat yaşadığımdan, yazılanları anlayabildim. Peki bunun AB ile ilişkisi nerede? Raporu okurken belki fark etmişsinizdir. Bahram Bey, Türk vatandaşı değil. İran Vatandaşı. Dolayısıyla, verdiği belgelerin içerisinde, İran'dan almış olduğu ehliyeti de vardı. Ve bizim ehliyetlerimizde de olduğu gibi, ehliyetinin üzerinde iki dilde bilgiler yer alıyordu. Birincisi, Farsça ikincisi ise İngilizce. Tabi bu durum bize bir çok sorun çıkardı. Öncelikle, tercüme edilmesi için iki gün beklemek zorunda kaldık. Ve tabi görevli memurumuzun da, ehliyetin uluslararası geçerliliği hakkında birşey sormaması, anlayamadığı yazılara bakarken, bunu hiç merak etmemesi anlaşılır gibi değildi. Yani, belki o ehliyet uluslararası geçerliliği olmayan bir ehliyet idi, belki de geçerli idi. Ama bunu ne soran oldu, ne de merak eden. İşlemler bu çerçevede hızla(!) ilerliyordu. Bu sırada görevli memur ile tartışmaya başladığımı fark ettim. Tartışma esnasında, bana şöyle bir savunmada bulundu kendisi; “Ben bugün kaç kazaya baktım biliyor musun?” Tabi ki haklıdır. O gün gerçekten onun için yorucu olmuştur. Stres içerisindedir. Fakat bunu söyleme hakkı yine de yoktur. Hepimizin işinin yoğun olduğu dönemler olabilir. Hatta oluyordur. Ama bu bize, görevimiz gereği karşılaştığımız insanlara kaba davranma hakkını vermez. Bundan başka, kazanın olduğu saatten tam 5 saat sonra, olay ile ilgili, tüm ifadeler verilmiş, alkol raporları (Tam 1 saat 30 dakika sonra, alkol raporu tutuldu) tutulmuş, evimize gidebileceğimiz söylenmişti. Ve adeta kendimi suçlu gibi hissettiğim, o süreç sona ermişti. Sanki, kaza mağduru değil de, başka bir sebepten orada olduğumu hissettim. Uzun prosedürler, fotokopiler, bekleyişler esnasında. Aslında, bunlar hepimizin başına gelebilir. Ya da gelmiştir. Bu tabloda yer almak, AB'ye girme sürecinde olan bir ülkenin, vatandaşları ile direkt temas halinde olan, kamu görevlileri ile yaşandığından, zihninizi kurcalayan sorulara, bazı cevaplar verebilecek nitelikte olabilir.
Bahram Bey'in kafasındaki ufak şişi saymazsak, kimseye birşey olmamıştı kazada. Bu gerçekten sevindiriciydi. Aslına bakarsanız, Bahram Bey'de emniyet kemerini taksa, ona da birşey olmayacaktı. Fakat kaza raporunda, emniyet kemerlerimizin takılı olup olmadığı hakkında ki bölümde, bunun belirsiz olduğu yazılı. Bahram Bey kafasını cama çarptığına göre, kemeri takılı değildi. Ama raporda böyle yazmıyordu. İkimizin de bu durumu belirsizdi rapora göre. Allah göstermesin, camdan fırlasaydı birisi, yine bu durum belirsiz mi olacaktı merak etmedim de değil.
Aslında merak ettiklerimin hepsini yazmabilmem için, 4-5 sayfaya daha ihtiyacım var. Fakat, burada bitirmem gerekiyor. Ama şunu tekrar hatırlatmakta fayda var. Söylediklerimiz ve yaptıklarımız bir tutarılılık içinde olmalı. Yoksa Yaşar Kemal'in ‘Ezansızlar semti' diye nitelediği, Beyoğlu'nda ikamet etmesi gibi tezata düşeriz. AB'ye girebilmek için, olduğumuzdan farklı olmaya çalışmayalım. Ya da, olmak istediğimiz gibi olmaya çalışalım, özen gösterelim. Fakat, bu iki durumun ortasında bir yerlerde kalmayalım.Saygılarımla;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder