8 Şubat 2007 Perşembe

Doğuştan açık fikirliyiz

SON günlerde bana birşeyler oluyor, çenem ne de çok düştü. Ama elimde değil, insanlara birşeyler anlatmaya çalışmak, anlaşmak bazen ne kadar da zor. İnsanların değiştirmeye en çok korktukları şeylerin başında, kendi fikirleri geliyordur diye düşünüyorum.

Birine, iki beşyüzbinliranın bir milyon olduğunu anlatmak bile, bazı zamanlarda hiç kolay olmuyor. Çünkü ona göre, ‘o' iki ayrı beşyüzbinlira. Yani bir milyon değil.

Evet iletişim kurabilmek için gerekli malzemelere sahip olmak, iletişim kurduğumuz anlamına gelmiyor maalesef. Sadece ‘iletim' de bulunuyoruz. İletişimde, iletimden de öte, bir basamak daha var: Anlaşmak, ikna olmak gerekli.

Çoğu zaman karşımızdaki insanın, biz olduğunu, bizim gibi düşündüğünü sanıyoruz veya bizim düşündüğümüzün kesinlikle doğru ve mantıklı olduğu yanlışına kapılıyoruz. Üstelik bu rahatsızlık her birimizde de var. Aslında bir bilseniz, o karşınızdaki neler düşünüyor, o sizin anlattıklarınızı nasıl farklı yollardan çözümülüyor. Eminim ki bilseniz bile, kendi fikirlerinizin daha doğru ve mantıklı olduğundan şaşmayacaksınız ve hatta şaşmıyorsunuz. “En doğru yol, kendi bildiğin yoldur.” Bu söz bizlere ait değil mi? Elbette, tabi ya bizim, çoğu zaman da kullanırız. Ama bilemeyiz ki o yol değişmiş olabilir, biz en son o sokağa gireli epeyce zaman olmuş. Hiç düşünmeyiz bile. Ne de olsa en doğrusunu biz biliyoruz ya.

Çevrenizde ne kadar da çok sabit fikirli insan var değil mi? Bir düşünün, onlara bu yorumu yaparken dürüstçe kendinizi sorgulayın. Sizde sabit fikirlisiniz öyle değil mi? Hatta sabit fikirli olmadığınıza dair düşüncelerinizde bile, sabit fikirliliğe rastlayabilirsiniz. Ya da öyle alışmışsınız ki, değişiklikler sizi etkileyecek, aksatacak diye korkuyorsunuz. Emin olamıyorsunuz, şüphe duyuyorsunuz. Her yenilik korkutuyor sizi, fikirlerinize ters geliyor, önce kendinize uygun bir deneme süreci izliyorsunuz, başka insanlar konuşuyorlar, kullanıyorlar, siz hep sona kalıyorsunuz. Ama en sonunda da ne diyorsunuz? “Biz daha önceleri nasıl yaşıyormuşuz?”

Doğamız gereği midir, yoksa başka sebepleri mi vardır bilemiyorum ama yeni fikirler, yeni teknolojiler, yeni olan her şey bizleri hep korkutmuş. Alışmamızı gerektirmiş, benimsememizi, bize zararının dokunmayacağını, bilakis faydalı olabileceğini, idrak etmemiz hep vakit almış. Kendimize göre hep sona kalıp, dona kalmamışız. Esasında sorsalar, bizden açık fikirlisi yoktur. Yeniliklere çok açığızdır. Ama açıklıktan kastımız, öyle ‘sorma gir değil', tıpkı sıkı korunan bir alışveriş merkezi veya bir iş merkezinin kamuya açıklığı tadında. Kapıda bir sürü güvenlik görevlisi, kamera, adını bilmediğim ama içinden geçmeye hiç alışamadığım üzerinde ışıklar olan kapılar, bizim matbaadaki baskı cihazlarına benzeyen, çantalarımızı, torbalarımızı içinden geçirerek kontrol eden ileri teknoloji cihazlar, bizlerin yeniliklere çok açıklığımızı anımsatıyor. Açığız ama, kontrollü ve kendimizi koruyaraktan bir açıklık politikamız var. Ve belli saatler arasında açığız. Bu yüzden değil midir hala en açıklarımızdan olanların, o herhangi bir teknolojik yenilikle tanışma anılarını okuyuşumuz. Nasıl da anlayamamışlardır, korkarak yaklaşmışlardır, geç kalmışlardır, ama sonuçta temiz olmuştur. Zaten hep aynı değil midir bu tür yazılar? Hep geç öğrenilmiştir, ama günümüzde ‘o' olmadan yaşanılamayacağı belirtilip, nokta konulmuştur. Kaç yüz tane okumuşumdur şimdiye kadar. Teknoloji farklıdır, yazar farklıdır, olay farklıdır. Ancak, ana fikir hep aynıdır. Zaten başından anlarız hikayeyi, çünkü bizimde başımızdan benzer bir olay geçmiştir mutlaka, yahut daha önce anlatılmıştır, okunmuştur benzer hikayeler.

Aslında anlatmak istediklerimi, dünyanın en büyük yazarlarından Lev Nikolayeviç Tolstoy iki satır ile öyle güzel özetlemiş ki; “Dünyayı değiştirmeyi herkes düşünür, ama kimse kendini değiştirmeyi düşünmez.” Daha ne söylenebilir ki?

Mutlu bayramlar.

Telepati Dergisi / Tel-e-vizyon Köşesi / Şubat 2004

Hiç yorum yok: